Osmanlı Devleti de 18. yüzyılda üretimde yaşanan el emeğine dayalı üretim modelinden makineli üretime geçiş dönüşümünden payına düşeni almış, sayıları az da olsa makineli üretim yapan tesisler kurmuştur. Hereke Dokuma Fabrikası dünya genelinde el emeğine dayalı üretimden makineye dayalı üretime geçişin Osmanlı Devletindeki ayağını meydana getirir. 1843’te kurulan ve günümüzde de hem üretime devam eden hem de müze olarak hizmet veren bu kuruluşun hikayesi tekstil ve dokuma sektörünün Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan özet bir tarihi gibidir.
Bu fabrika Ohannes ve Bogos Dadyan kardeşler tarafından İzmit’e bağlı Hereke’de Ulupınar deresi kenarında 1843’te kuruldu. Başlangıçta bir fabrikadan ziyade bir atölye denilebilecek bu tesis 1845’te Osmanlı Devleti tarafından devralındı. Sultan Abdülmecid zamanında gerçekleşen bu devralma işleminden sonra tesisin adı “Hereke Fabrika-ı Hümayunu” olarak anılmaya başlandı.
İlk evrede bez ve ipekli kumaş üretimine ağrılık veren fabrikada kullanılan makine sayısının artmaya başlamasıyla beraber ürün çeşitliliği de artmaya başladı. 1891’de 100 tane halı tezgahı açılarak meşhur Hereke halılarının da üretimine başlandı. Daha sonra ürün yelpazesine fes, perde, fanila gibi ürünleri de ekledi. Ürün kalitesinin kısa sürede tutulması üzerine Hereke markasının tescil edilmesi yoluna gidildi.
Hereke Fabrikası dokuma sanat ve tekniğinde kendini sürekli olarak geliştiren, çalışanlarından da aynı şeyi bekleyen bir yapıdaydı. Bu yönüyle bir okul işlevi de görmüştür. Fabrikada görevli idarecilerden bazısı Avrupa’ya dokuma ile ilgili eğitim almak amacıyla da gönderiliyordu. Bu eğitimlerde dokuma alanında Avrupa’da meşhur olması nedeniyle, genellikle Fransa’nın Lyon şehri seçilmekteydi.
Üretilen kumaşlar bu kadar kaliteli olunca elbette en yoğun ilgiyi de Osmanlı sarayından görmüştür. Giyim ve kişisel bakım konusunda oldukça hassas olan saray mensubu herkes Hereke’de üretilen kumaşlara rağbet etmekteydi. Burada üretilen kumaşlar sadece giyimde kullanılmaz, ev eşyalarında veya duvar kaplamalarında da kullanılırdı. Keten, yün, pamuk ve ipek en çok tercih edilen iplik çeşitleri idi. Elbette bunlar arasında en çok rağbet gören de ipekli kumaşlardı. Bu değerli kumaşlar aynı zamanda uluslar arası ilişkilerde karşı devletlere hediye olarak sunulduğu için diplomatik bir boyuta da sahip olabiliyordu. Üzerlerine işlenen yerel desenler ve motifler kültür transferinin de birer örneğini meydana getirmekteydi.
Hereke Fabrikası’nda üretilen kumaşların desenlerinde bir yanda doğulu bir yanda batılı şekillerin kullanıldığı dikkatleri hemen çeker. Burası çoğunlukla Dolmabahçe Sarayı’nın ihtiyaçlarına yönelik üretim yapmaktaydı. Dolmabahçe Sarayı’nın da Batılı modernleşmeyi yansıtan bir işlevi vardı. Dolmabahçe’nin mimarisi, dekorasyonu Doğu ve Batı dünyasının kültürlerini sentezleyen bir yapıda idi. Bu sentez duygusu buraya özel üretilen kumaşların desenlerine de yansımıştır. Kumaşlarda en çok kullanılan renk ise kırmızıdır. Özellikle de erguvan kırmızısı dikkatleri çok çeker. Erguvan kırmızının Osmanlı hanedanı tarafından sıklıkla tercih edildiğini görürüz. Parlak bir kırmızı olarak tabir edilen bu rengin elde edilmesi için Hindistan’dan hayvansal bir boya getirtiliyordu. Dolayısıyla maliyeti çok yüksekti ve bir anlamda hanedana özgü bir renk olmuştu.
Hereke Fabrikası’nın tekstil tarihimiz açısından bir diğer önemli yönü ise makineli üretime geçişteki öncü rolüdür. Bugün tekstil sektöründe Türkiye’nin bulunduğu güçlü konumda bu kuruluşun önemli bir payı olduğunu unutmamak gerekir. Bunu bize tarihsel veriler söylüyor. Dilerseniz yazımızı bu verilere de kısaca değinerek bitirelim: 1913’te gerçekleştirilen sanayi sayımında ipek dokumacılığı alanında makine gücünden yararlanan 6 tesis tespit edilmiştir. Bunlardan 5’i Bursa’da 1 tanesi de Hereke’dedir. Andığımız 6 tesiste 229 beygir gücünde 12 makine bulunmaktadır. Bunun % 65’inin Hereke’de bulunduğunu söylediğimizde Hereke’nin öncü rolüne ilişkin yaptığımız değerlendirme daha iyi anlaşılır.